19 Ağustos 2009 Çarşamba

HAdi yakından Tanıyalım .MELİS BİRKAN


“Issız Adam”ın yıldızı Melis Birkan: “Sevişme sahnesinde zorlanmadım çünkü yönetmene güveniyordum. Ama meşhur ‘yaprak sarma’lı sahne çok yıpratıcıydı”
Son günlerin en çok konuşulan filmi “Issız Adam”da Ada karakterini canlandıran Melis Birkan ile, oyuncunun İstanbul’a geldiği günden beri oturduğu için “evim” diye nitelendirdiği Anadolu yakasındaki favori mekanlarından Suadiye’deki Saloon Cafe’de buluşmaya karar verdik. Melis Birkan, tıpkı filmdeki Ada karakteri gibi içi dışı bir, doğal ve berrak biri. Onunla ilgili aklımda kalan yegane şey ise röportaj boyunca gülümseyen gözleri. Gözler de gülümser mi demeyin, Birkan’ınkiler kahkaha bile atıyordu.
Herkes sizi Ada diye tanıyor artık. Hakkı Devrim geçenlerde bir yazısını “Keşke bizlere Melis Birkan’ı yakından tanıtan bir röportaj yapılsa” diyerek bitirdi. Biz de sizi tanıtalım, Melis Birkan kim? Ankara doğumluyum. İlkokula başladığım sene babamın işi nedeniyle İstanbul’a geldik. Biz birbirine bağlı çekirdek bir aileyiz. Hâlâ ailemle beraber Çekmeköy’de oturuyorum. Annem de babam da ekonomist. Babam bir süre borsada çalıştı. Şimdi ise Okan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. Annem de bir süre gönüllü İngilizce öğretmenliği yaptı, sonra çalışmayı bıraktı. İyi ki de bıraktı çünkü bizim ailenin bu kadar birbirine bağlı olmasının nedeni biraz da odur. Başka bir şehirden İstanbul’a gelip zarar görmeden adapte olabilmemizin tüm sorumluluğunu annem üstlendi.
Nasıl bir çocukluk yaşadınız?Her insanın yaşadığı zorlukları ben de yaşadım. Her ailenin içinde olan sorunlar bizde de vardı ama öyle çocukluğuma dair travmalarım falan yok. Tek çocuğum ama tek çocukların üstüne yüklenen şımarık olma durumu bende söz konusu değil. Huzurlu ve sakin bir çocukluk yaşadım. 6 yaşından beri dans ediyor olmamın da bu işte bir katkısı vardır.
Konservatuara gitmeye küçükken mi karar verdiniz?Evet, ailem de benim dans etmekten ne kadar zevk aldığımı ve yetenekli olduğumu fark ettiklerinde beni yönlendirdiler. Zaten hayatım boyunca yapmak istediğim her şeyde beni desteklediler.
Ekran önünde ilk tecrübeniz neydi? Tesadüfen bir Eti Form reklamında oynamıştım. Arkadaşım için gitmiştik ve bana “Siz de deneme çekimine girsenize” demişlerdi. O reklam çekimi hayatıma Özlem girmeden önceki bir şey, o nedenle onu saymıyorum. Ekran önünde ilk ciddi tecrübem 2005’te Kanaltürk’teki “Tarz-ı Hayat” isimli life style programı sunmaktı.
Programdan sonra hangi projeler geldi?Sonra “Çapkın” dizisine başladım. Diziden sonraki yaz Serdar Akar’ın yönettiği “Barda” filminde oynadım.
İlk film olarak “Barda”da oynamak cesaret gerektiren bir karar…Evet, hızlı girdik ve hızla devam ettik. Serdar Akar’ın ismini duyunca ben proje hakkında daha fazla soru sormak istemedim zaten. Seçildiğimde Serdar Akar bana ve diğer arkadaşlara “Ben sizi seçtim ama isterseniz senaryoyu alıp okuyun. Yarın hâlâ bu işin içinde olmakta kararlıysanız konuşuruz” dedi.
Film şiddet içeren sahneleriyle konuşuldu. Sinemaya ilk adımınızda çok zorlanmadınız mı?“Barda” benim için bir dönüm noktasıdır. Filmi çekerken tabii ki zorlandım ama o senaryoyu okuyan herkesin zorlanabileceğini düşünüyorum. Gerçekten yaşanmış bir olay olması insanı çok farklı bir psikolojiye sokuyor. Hatta filmin çekimleri boyunca daha fazla etkilenmeyelim diye gerçek olayla ilgili bir şeyler okumamız bile yasaklanmıştı. Ben filmden sonra olayı araştırdım ve rahatlıkla söyleyebilirim ki biz yaşananların çok hafifletilmiş bir versiyonunu yansıtmışız.
“Barda” filminden sonra ne yaptınız? Kartal Tibet’in yönettiği “Amerikalılar Karadeniz’de”yi çektim. Sonra da iki sene süren “Köprü” isimli bir TV dizisi yaptım. Arada Çağan Irmak’ın “Ulak” filminde oynadım.
“Rolü kabul ettiğinde kendini yönetmene bırakmak gibi bir sorumluluğun var”
Çağan Irmak’ın iki filminde oynadınız. Nasıl tanıştınız?“Barda”dan sonra verdiğim ilk röportajda çalışmak istediğim yönetmenler sorulduğunda birkaç isim saydım ve bunların başında da Çağan geliyordu. Çağan da bunu okuduktan sonra beni aramış. Gerçi o tiyatro, sinema, müzik camiasındaki tüm değişimleri gözler. O nedenle beni sadece o röportajdaki açıklamam için aradığını sanmıyorum.
“Çağan’la çalışmak kolay, filmi kafasında çekip öyle geliyor”
Onunla çalışmak nasıl?Kolay ve çok keyifli çünkü Çağan filmini kafasında çekip geliyor. Çekimler başlamadan, hikayeyi nasıl anlatacağını kafasında bitirmiş oluyor. Bu nedenle de “Nasıl yapacağım, olanı biteni yansıtabildim mi?” gibi endişeleriniz olmuyor.Filmde sizi en çok zorlayan sahne hangisiydi?Alper’le Ada’nın meşhur yaprak sarmalı sahnesiydi. Sahnenin çekileceği gün Çağan Irmak ilk defa bir senaryosundan bir-iki sayfayı çıkarttı. O sahneyi bana ve Cemal’e emanet etti. Doğaçlama oynadık. Hatta sahne çekilmeden Cemal’le birbirimize “Hazırlıklı ol. Her şeyi yapabilirim” bile dedik.
Çok tekrar yapıldı mı?Hayır, çok yıpratıcı bir sahneydi. Set olarak hepimiz ayıldık bayıldık, o yüzden çok tekrar yapmak gibi bir lüksümüz yoktu. Zaten ikinci tekrarda falan çekildi.
Peki ya sevişme sahnesi? Orada yine doğaçlama mı oynadınız?Orada her şey planlanmıştı. Çağan’ın kafasındakilere sadık kaldık.
Hiç zorlanmadınız mı?Hayır, zorlanmadım. Esasında ben filme bir bütün olarak baktığım için sahne sahne ayırmayı da saçma buluyorum. Sevişme sahnesinde de diğer sahnelerde de Çağan’a çok güvendiğim için farklılık hissetmedim. Çağan o sahneler için bizden daha endişeliydi. Hani bir şey olur kendimizi rahatsız hissederiz diye. Ben bir oyuncu olarak projeyi kabul ettiğimde her şeyi kabul etmiş oluyorum. Kendimi yönetmene bırakmak gibi bir sorumluluğum var. Sahneye müdahale etmeyi hiç düşünmedim . Çağan, Ada ile Alper’in sevişmesini öyle resmetmek istedi ve öyle oldu.
“Issız kadın olabilir ama bir kadın bu ıssızlığın hayatını kontrol etmesine izin vermez”
“Issız Adam”dan sonra “bağlanamayan erkek” tipi tartışılır oldu. Peki sizce “ıssız kadın” da var mı?Issız kadınlar da olabilir ama biz kadınlar saklama konusunda erkeklerden daha başarılıyız. Yani kadınların ıssız olup olmadıklarını anlamak daha zor. Bence kadın anne olmak gibi bir özelliğe sahip olduğu için daha fazla kendine değer veren ve korkularıyla daha güçlü mücadele eden bir cinsiyet. Aile olma güdüsü, anaçlık ve doğurganlık bizi erkeklerden ayıran özellikler. Kısacası ıssız kadın olabilir ama bir kadın bu ıssızlığın hayatını kontrol etmesine izin vermez.
Günümüz ilişkilerinin geldiği hali nasıl yorumluyorsunuz? 19’uncu yüzyılda yaşanan aşkları bugüne taşıyabilir miyiz? İnsanların tavırları ve hayata bakış açıları aynı değil ki. Filmde benim en çok hoşuma giden şeylerden biri de bu değişimin farklı öğelerle anlatılması. Mesela insan ilişkilerinin geldiği noktaya işaret eden bir plak meselesi var. Plak dinlemek itina ister. Plakları özenle silersiniz, dikkatlice saklarsınız, onlar az üretilmişlerdir ve dinlediğiniz zaman çıkan ses sadece size özel gibi gelir. Günümüzdeki CD’leri düşünün bir de. Onlar seri üretimden çıkmış, emek harcamanızı gerektirmeyen, hemen bir yenisini edinebileceğiniz kolay tüketilen şeylerdir. Bizler ilişkilere de CD’lere yaklaştığımız gibi yaklaşmaya başladık ve bu nedenle de bir plakla karşılaştığımızda biraz şaşırabiliyoruz.
“Yalnız kalmayı özleyebilen tiplerdenim”
Boş zamanlarınızda neler yaparsınız? Arkadaşlarımla vakit geçirmeye ve spor yapmaya çalışıyorum. Haftada üç gün pilates yapıyorum. Yalnızlığımı severim. Yalnız kalmayı özleyebilen tiplerdenim. Yalnızken de evimde vakit geçirmeyi seviyorum. Yengeç burcu evcimen olur derler ya, öyleyim ben de biraz.
İstanbul’da nereleri gezersiniz en çok?Geldiğimden beri evim Anadolu yakasında. Onun için bu yaka bana biraz daha yakın. Mesela Bağdat Caddesi’nde yürüyüş yapmaya bayılıyorum. İşim ve okulum hep karşı tarafta oldu. O tarafı da seviyorum. Orada da favorim Beyoğlu.
“Oyunculuk konusunda tükürdüğümü yaladım”
Konservatuardayken de var mıydı aklınızda oyunculuk yapmak?Kesinlikle yoktu. Hatta, hâlâ menajerim olan Özlem Durak ile tanışana dek asla oyuncu olmayı düşünmedim.
Aklınıza bu fikri o soktu yani.Sadece aklıma sokmakla kalmadı, bu işi becerebileceğime beni ikna etti. Yoksa oyunculuk yapmak gibi bir isteğim yoktu. Bunu bana ilk söylediğinde ona ısrarla “Hayır”dedim. Hatta “Asla” bile demiş olabilirim. Kısacası oyunculuk konusunda tükürdüğümü yaladım.
“Kim bilir sokakta yanınızdan kaç Ada, kaç Alper geçti”
“Issız Adam” vizyona gireli iki hafta oldu. Artık sokakta tanınan biri oldunuz… O kadar tatlı tepkiler alıyorum ki. Sokakta benimle göz göze geldiklerinde ilk önce “Kimdi bu kız yahu?” diye düşünüyorlar sonra nereden hatırladıklarını bulunca sevinip gülümsemeye başlıyorlar. Teyzeler yolda kolumdan tutup şöyle bir çevirip bakıyorlar, “Ha oymuş” deyip bırakıveriyorlar. Oyunculuk insanların gözü önünde yapılan bir meslek, biz televizyon vasıtasıyla insanların evine izin almadan girip onların hayatlarında bir yer ediniyorsak, bizi gördüklerinde istedikleri tepkiyi verme hakları da olmalı.
“Issız Adam” için Beyoğlu’nda bol vakit geçirmiş olmanız lazım. Peki, sizce nedir bu filmin bu kadar sevilmesinin nedeni?Yapmak istediğimiz şey insanlara onların hayatlarından bir hikaye anlatabilmekti. Yani İstiklal Caddesi’nde yürürken yanınızdan el ele tutuşarak geçen çiftleri bir düşünün. Kaç tane Ada ve kaç tane Alper geçmiştir yanınızdan kim bilir. Bence filmin sevilmesinin esas nedeni de insanlara bu derece tanıdık gelmesi. Günümüzde ilişkilerin geldiği noktayı anlatan çok gerçek bir hikaye. Bu nedenle “Issız Adam” için bu yüzyılın aşk filmi diyebiliriz.
Cemal Hünal ile “Ulak” ta da beraber oynamıştınız. “Ulak”ta da beraberdik Cemal’le ama o zaman bu kadar samimi değildik tabii. Bu projede Çağan’ı da Cemal’i de daha yakından tanıma şansım oldu. Cemal ile beraber çalışacağımı öğrendiğim zaman çok sevindim. Sonuçta Çağan Ada’yı benim oynamam, Alper’i de Cemal’in oynaması gerektiğini söylüyorsa bir bildiği vardır.
Filmi izleyenlerin bir bölümü ağlıyor. Siz de ağladınız mı?Filmi iki kere izledim ve ikisinde de ağladım. İlkinde yanımda Özlem oturuyordu ve bir baktım o salya sümük. Ben de hemen bıraktım kendimi. Zaten yapı itibarıyla aşk filmlerini çok severim, bu yüzden kendimi tutmam kolay olmadı. Tabii benim ağlamam daha garip bir durum. Sonuçta perdede kendimi izliyorum ama “Issız Adam”ı izlerken bir noktadan sonra kendimi izlediğimi unutup filme kaptırdım. E, böyle olunca da ağlamamak imkansızdı.
“Beyaz atlı prense inanmayı saçma bulmuyorum”“Aşk için oynanan oyunları anlamıyorum. Kaçmak veya kovalanmak bana göre değil. Bence söz konusu hayat olduğunda önemli olan, insanın bakış açısı yani takındığı tavır. İçinizde umut barındırmaya devam ederseniz hak ettiğiniz şeyleri yaşarsınız. Bu yüzden bence hâlâ beyaz atlı prense inanıyor olmak da saçma değil. Çünkü beyaz atlı prens diye bir şey varsa sizi ancak ona inandığınız, gelmesini umut ettiğiniz sürece bulabilir.”
“Bu işte bir hayır vardır dedim, aradım”Melis Birkan’ın oyunculuğa başlama hikayesi de film gibi. Genç oyuncu dans etmek için gittiği bir yerde şu anki menajeri Özlem Durak tarafından keşfedilmiş. Durak ona kartını verip ortadan kaybolunca da Birkan “Tam filmlerdeki gibi bir şey, vardır bunda bir hikmet” diyerek onu aramış.

Hiç yorum yok: